Seçim sonrası ekonomide neler değişecek bilmiyoruz ama 2022 başından beri devam eden faiz politikasının önceki dönemlerden nasıl farklı olduğunu aşağıdaki grafikte açık seçik görebiliyoruz. Bu zaman içinde merkez bankası faizi olarak düşünebileceğimiz TCMB ağırlıklı ortalama fonlama maliyeti ile 1 aylık ve 3 aylık mevduat faizleri arasındaki fark gittikçe açılmaya devam etmiştir. Son verilere göre mayıs ayının son haftası için 3 aylık mevduat faizi %35 seviyesine yaklaşırken TCMB faizi %9 seviyesindedir.
Benzer bir durum kredi faizleri ve TCMB fonlama maliyeti arasında da görülebilir. Kredi faizleri ile merkez bankası faizi arasındaki fark açılmaktadır.
Enflasyon ile karşılaştırıldığında ise sadece 3 aylık mevduat ve ihtiyaç kredisi faizlerinin enflasyon oranına yaklaşmış olduğunu, diğer faizlerin halen enflasyonun çok altında seyrettiğini görüyoruz.
Seçim sonrası rasyonel ekonomik politikalara dönüşün, birçok faiz kategorisinde faizlerin enflasyon oranına yaklaşması anlamına geleceğini tahmin ediyoruz. Piyasa faizleri ile enflasyon arasındaki farkın azalması Merkez Bankasının belki de çok zorlanmadan faiz artışına gidebileceğini düşündürmektedir.
Bu blogda 2022 yılında Türkiye’nin ekonomik performansının dünyadaki ülkeler ile kısa bir karşılaştırmasını sunuyoruz.
Türkiye bu yılı dünyada az rastlanan %72seviyesinde bir enflasyon oranı ile bitirmiş vaziyettedir.
Bu sene yaşanan enflasyon 2005’den beri %10 civarında seyreden oranın maalesef kat kat üstüne çıkmış bulunmaktadır.
Enflasyondaki artış ile birlikte dolar kurunda da %86 artış yaşanmıştır.
Bu dönemde konut fiyatları enflasyonun üstünde bir artış göstermiş ve reel olarak %40 civarında yükselmiştir. Dünyadaki benzer ülkeler ile olan karşılaştırmada bu seviyede bir artışa rastlanmadığını söyleyebiliriz.
İstihdam oranlarında ise hem erkek hem kadın istihdam oranları dünyadaki benzer ülkelerin oldukça altında seyretmeye devam etmiştir.
Bu karşılaştırmalarda pozitif bir kategori GSYH’da %5.6 büyüme gerçekleşmiştir.
GSYH’daki artışın arkasındaki en önemli sebebin hanehalklarının tüketimindeki artış olduğunu görüyoruz. 2022’de %20 artışla GSYH’ya en fazla katkıyı yapan kategori hanehalklarının tüketimi olmuştur.
Enflasyon ve enflasyon beklentilerindeki olumsuzlukların tüketim harcamalarını tetiklediğini söyleyebiliriz.
2022 yılında dış ticaret açığı 109 milyar dolar ile 2013 sonrası mevcut olan dış ticaret istatistikleri verisinde en yüksek değerine ulaşmıştır. Dış ticaret açığı basit bir şekilde ithalatın ihracattan çıkartılmasıyla elde edilir. Aşağıdaki grafikte aylık ihracat ve ithalat rakamlarını dolar cinsinden görmekteyiz. 2021 Eylül ayından sonrasını kırmızı boyalı alanla gösterdiğimiz grafiğimizde ithalatın ihracattan daha fazla arttığını ve bu durumun yüksek dış ticaret açığına neden olduğunu söyleyebiliriz.
Dış ticaret açığını da aşağıdaki grafikten görebiliriz.
Bir ülkenin ihracat ve ithalat miktarını belirleyen pek çok etmen vardır. Bunların bir tanesi ülkeler arasındaki nispi fiyat farklarıdır. Bu veriyi reel efektif döviz kuru özetlemektedir. Aşağıdaki grafiği baktığımızda 2021 sonbaharında yaşanan kur artışı ile reel kurda bir düşüş gözlemlemekteyiz. Eğer dış ticaret açığımızı etkileyen tek etmen reel döviz kuru olsaydı ihracatımızın artıp ithalatımızın azalmasını bekleyebilirdik. Ama blogumuzun başında bizim gözlemlediğimiz ihracatın artarken ithalatın daha çok arttığı yönündeydi.
Bu durumu daha iyi anlamak için dış ticaret miktar endeksi ve dış ticaret birim değer endeksine bakıyoruz. Miktar endeksi bir ürünün adedini, boyunu ya da hacmini dikkate alırken birim değer endeksi aynı ürünün dolar cinsinden fiyatındaki değişimi baz alır. Örneğin miktar endeksindeki değişimi reel bir değişiklik olarak birim değer endeksindeki değişimi ise ürünün dolar cinsinden enflasyonu olarak düşünebiliriz.
Aşağıdaki grafikte 2022 yılında ihracat birim değer endeksinde bir artış gözlenirken miktar endeksinin de dolar cinsi ihracat ile beraber hareket ettiğini söyleyebiliriz.
İthalat bilgilerine baktığımızda ise farklı bir görüntü ile karşılaşmaktayız. Aşağıdaki grafikte ithalat birim değer endeksinde 2021 yılının ikinci yarısında başlayan ciddi bir artışın yaşandığını ve bu artışın 2022 yılında yaşanan ithalat artışında belirleyici rol oynadığını söyleyebiliriz. Diğer bir değişle 2022 yılında Türkiye yaklaşık aynı miktar ürünü alırken birim değer endeksindeki artış neticesinde dolar cinsinden daha fazla para ödemek zorunda kalmış ve bu durum dolar cinsinden ithalatımızda ciddi bir artışa neden olmuştur.
Sonuç olarak 2022 yılında dış ticaret açığında yaşanan gelişmelerde dünyada yaşanan enerji ve hammadde fiyatlarındaki artışın önemli bir rol oynadığını söyleyebiliriz.
6 Şubattan beri ülkemizin yaşadığı felaketler yüzünden yazılarımıza ara vermiştik. Türkiyemizin başı sağolsun. En kısa zamanda acılarımızın azalmasını temenni ederiz.
Bir ülkenin zaman içinde ne kadar büyüdüğünü anlamak için bakılan en önemli verilerden birisi kişi başına düşen gelirdir. Eğer ülkeler arası karşılaştırma yapılıyorsa bu verinin her ülke için aynı birime dönüştürülmesi gerekir. Bu karşılaştırma, örneğin her ülkenin kişi başı gelir seviyesini dolara çevirerek yapılabilir. Başka bir yöntem ise karşılaştırmalarda Satın Alma Gücü Paritesinin (SAGP) kullanılmasıdır. Bu parite bir mal ve hizmetler sepetinin değişik ülkelerdeki değerinin hesaplanması ile bulunur.
OECD, ülke verilerinin zaman içindeki değişiminin karşılaştırmasının en sağlıklı sabit SAGP serisi ile yapılabileceğini söylemektedir. Bu hesaplamada, belirli bir yılda sabitlenen mal ve hizmetler sepetinin daha sonraki yıllardaki fiyatı ülkelerin yaşadığı enflasyon oranları ile çarpılarak elde edilmektedir.
GDP comparisons based on constant PPPs: They are the appropriate tool to answer the question: ‘How has the relative position of a country’s GDP (per capita) changed over time, given its measured growth performance?’
Genellikle bu tür detaylar sadece ekonomistlerin ilgileneceği tür detaylar olabilir. Türkiye verisine bakınca ortaya çıkan farklılıklar o kadar büyük ki sonuçlar kafa karıştırıcı olabiliyor. Aşağıdaki grafikte Türkiye’deki kişi başına düşen gelirin (GSYH) zaman içinde 143 ülke arasındaki sıralamada ne konumda yer aldığını inceliyoruz.
Bu karşılaştırmayı iki seri ile gösteriyoruz. Birincisi OECD’nin önerdiği gibi TL değerlerinin Sabit SAGP kullanarak ortak bir birime dönüştürüldüğü seri (GDP PPP constant $), ikincisi ise yıllık döviz kurunu kullanan seridir (GDP current $).
GDP current $ serisi haliyle döviz dalgalanmalarından daha çok etkilenen bir seri olup 2018 sonrası değeri 2001 değerinden çok farklı değildir. Bu seriye göre Türkiye’deki kişi başı gelir 2001’de 55. sıradan 45. sıraya kadar çıkmış ama 2008’den beri düşüş gösterip son senelerde yine 54. sırada yer almıştır.
GDP PPP constant $ serisine göre ise, Türkiye’nin konumu 1997’de 41. sıradan 2010’da 50. sıraya düşmüş; 2021’de tekrar 40 düzeyine ulaşmıştır.
Aynı karşılaştırmayı GSYH için yaptığımızda karşımıza benzer bir durum çıkmaktadır. Dolar bazındaki hesaplara göre (GDP current $) Türkiye’nin 143 ülke arasındaki konumu zaman içinde artmış ama son yıllarda yine 19. sıraya düşmüştür. PPP constant $ serisine göre ise 2021’de dünyadaki 11. büyük ekonomidir.
Tabii bir ülkedeki gelişmeyi anlamak için bakılması gereken birçok unsur vardır. Ama bazen bunlardan en basiti bile oldukça kafa karıştırıcı olabilmektedir.
2022’de Türkiye ve Arjantin’deki enflasyon oranları dünyanın birçok ülkesinin çok üstünde seyretmiştir.
Bu blogda Türkiye ve Arjantin ekonomilerini biraz daha detaylı karşılaştırmaya çalışacağız. İlk olarak, mali politikayı biraz olsun özetleyebilecek olan Merkez Bankası politika faiz oranları ve enflasyon karşılaştırmasını sunuyoruz. Aşağıdaki grafiklerden görülebileceği gibi, Arjantin’de politika faizleri enflasyona yakın tutulmuş, Türkiye de ise enflasyon ve faizler arasında büyük farklılıklar oluştuğu için, reel faizler son dönemde eksi %70 seviyelerine ulaşmıştır.
Bazı teorilere göre, devlet bütçesindeki açıklar ve yüksek borçluluk oranları enflasyon beklentilerini ve dolayısı ile enflasyonu tetikleyici olabilmektedir. Kamu bütçesini incelediğimizde iki ülke arasındaki en büyük farklılıkların 2010-2016 arası olduğunu gözlüyoruz. Bu dönemde Türkiye faiz dışı bütçe dengesinde büyük açıklar vermezken, Arjantin’de gittikçe artan bir bütçe açığı gözlemleniyor. 2016 sonrası Türkiye’deki bütçe açığı artmaya devam ederek 2021’de Arjantin ile benzer bir bütçe açığı vermiştir.
Devletin borç stokları karşılaştırmasında Arjantin’in kamu borcunun son yıllarda Türkiye’nin iki katından fazla olduğunu gözlüyoruz.
Aslında diğer ülkelerle karşılaştırdığımızda her iki ülkenin borç stok seviyesinin birçok ülkeye göre çok yüksek olmadığını görmekteyiz. Örneğin 2022’nin birinci çeyreğinde İngiltere’de borç stoku GSYH’nın %150’sinin üstünde olmuştur. İtalya, Portekiz, Amerika, İspanya ve Fransa’da %100’ün üzerinde borç stokları gözlenmektedir.
Ama burada üstünde durulması gereken konulardan birisi bu borç stoklarının döviz cinsi olan miktarıdır. Bu konuyu incelemek için aşağıda iki grafik sunuyoruz. Bunlardan birisi merkezi yönetimin döviz cinsi borç stokunun GSYH’ya olan oranı, diğeri de merkezi yönetim borçlarının ne kadarının döviz cinsi olduğunu göstermektedir. Bu iki grafikten gördüğümüz, Arjantin ve Türkiye’nin borçlarının büyük kısmının döviz cinsi olduğudur. Bu da her iki ülkenin ekonomilerini kırılgan hale getirmektedir.
Elbette bütün bu benzerlikler ve farklılıkların ekonomik büyümeyi nasıl etkilediğini anlamak için çok daha detaylı çalışmalar yapmak gerekir. Özellikle, kişi başı GSYH’nın 2010 sonrası Arjantin ve Türkiye’de bu kadar farklı bir gelişme göstermiş olması dikkat çekicidir.
Yılın son günlerinde, bu aralar çok sık konu olan, paramızı nereye yatırmalıyız konusunda bir özet yapmak istedik. Tabi geleceği bilmek çok zor ama geçmişi özetlemek mümkün. Malum yüksek enflasyon ortamında nakit para tutmak paranın erimesi ile eş değer. Buna düşük faiz ortamını eklediğimizde tasarruf hesaplarının getirilerinin de ciddi ölçüde değer kaybına sebep olduğunu görüyoruz. Aşağıdaki grafikten de görülebileceği gibi, 2022’nin son aylarında, 1 aylık veya 1 yıllık mevduatların reel getirisi -%70 civarında olmuştur.
Bu ortamda, dövize olan yüksek talep, aşağıdaki grafikten de görülebileceğini gibi doların hızla değer kazanmasına, TL’nin hızla değer kaybetmesine yol açmıştır.
Aynı şekilde, konuta olan talep de konut fiyatlarında enflasyonun çok üstünde seyreden artışlara sebep olmuştur. Örneğin, 2022’nin ikince çeyreğinde enflasyon %74 olurken, Türkiye’deki konut fiyat artışı %145 olmuştur. Aşağıdaki grafikten görülebileceği gibi dünya ülkeleri ile karşılaştırdığımızda Türkiye’nin konumu oldukça farklı gözükmektedir.
Tasarrufların borsa veya altın gibi yatırım araçlarına yönelmesi de bu dönemde olması beklenen bir gelişmedir. 2022’in başından itibaren hangi yatırım daha yüksek getiri vermiş diye bakacak olursak, önce konut fiyatlarındaki, ardından da borsa endeksi BIST 100’deki hızla yükselişi gözleyebiliriz. Bu dönemde mevduat hesaplarının ve doların getirisi enflasyonun altında seyretmiştir.
Daha uzun bir dönemde bu yatırım araçlarının getirileri nasıl seyretmiş diye bakmak amacı ile aynı bilgileri 2018’den itibaren gösteriyoruz. Buradan görülen 2018’de 100 TL tasarruf hesabında tutan bir kişinin 2022 sonunda eline 208 TL geçmiş olduğu, bu arada 100 TL olan bir malın fiyatının ise 337 TL’ye ulaştığıdır. Eğer aynı 100TL dolara çevrilmiş olsa 2022 sonunda kişinin eline takriben 494 TL, borsaya yatırılmış olsa 454 TL, konutta 582 TL, altında ise 640TL geçmiş olacaktı.
Bütün bu yatırım araçlarının değerlerinin nasıl seyredeceği 2023’deki enflasyon ve faiz politikasından etkileneceği için gelecek değerleri hakkında bir fikir yürütmek çok zordur.
Türkiye’de enflasyona ne olduğunu anlatmak sanıldığı kadar kolay değil. Genellikle aylık veriler bir yıl öncesi değerleri ile kıyaslandığı için, eğer bir yıl önceki fiyat seviyesi çok yüksek ise, karşılaştırmalar çok da bilgilendirici olmuyor. Örneğin, Aralık 2021’de fırlayan fiyat seviyesi ile 2022 Aralık’taki (daha normalleşen) fiyat seviyesini karşılaştırdığımızda düşük bir enflasyon sayısı elde etmemiz mümkün (baz etkisi). Halbuki bu gerçek anlamda enflasyonun düştüğünü göstermiyor olabilir. Aylık enflasyon verileri ise, mevsimsel dalgalanmalar yüzünden çok bilgilendirici olmayabiliyor. Bir de enerji ve gıda gibi dünyada olan gelişmelerden etkilenen kategoriler var ki, onları da ayrı değerlendirmek gerekebilir.
Bu sebeplerden aşağıdaki grafikte son üç yıldaki aylık enflasyon değerlerini gösteriyoruz. İlk olarak mali politikalar ile daha yakından örtüşen bir istatistik olduğu için TÜFE’nin gıda ve enerji kategorilerinden ayrılmış halini sergiliyoruz. Buradan gördüğümüz, enflasyonun 2020 Aralıkta %0.7, 2021 Aralıkta ise %12.8 olduğudur. 2022 Aralık bilgileri ise henüz mevcut değildir. Ekim aylarını karşılaştıracak olursak, enflasyonun 2020’de %1.8, 2021’de %2, 2022’de %3.3 olduğunu görebiliriz.
Gıda enflasyonuna baktığımız zaman Aralık 2021, Ocak 2022, ve Nisan 2022’de çok yüksek seviyelere çıktığını ve en son Ekim 2022’de %5.9 seviyesinde olduğunu gözlüyoruz. Enerji enflasyonu ise 2022’de dalgalanmalar gösterip, Ekim 2022’de %1.6 seviyesinde seyretmiştir.
Eğer gıda ve enerji hariç TÜFE önümüzdeki sene her ay %3 büyümeye devam ederse, 2023 Aralık ayında yıllık enflasyon %42 seviyelerinde olur. Bu gelişmelerde en büyük pay mali politikalara ait olacaktır.
Türkiye’nin en zengin bölgesi İstanbul’da, en son (2020) verilere göre kişi başı cari gelirin yıllık değeri 97 949 TL olmuştur. 2004-2020 yılları arasında İstanbul’da kişi başına düşen reel gelir %53.7 artış göstermiştir.
Bu blog’da Türkiye’nin diğer bölgelerindeki değişiminin İstanbul ile karşılaştırmasını yapacağız. Acaba daha fakir bölgelerin gelirleri zaman içinde İstanbul’daki gelir seviyesine yaklaşmış mı onu anlamak istiyoruz. Ülkeler arası karşılaştırmalarda kullanılan Solow büyüme modelinin öğretilerinden birisi, bazı şartlar altında, fakir ülkelerin zaman içinde daha hızlı büyüyerek zengin ülkelere yaklaşmasıdır. Bu kavramı Türkiye’deki değişik bölgelere uygulamaya kalksak neler göreceğimizi merak ettik.
Aşağıdaki grafiklerde Türkiye’nin değişik bölgelerindeki kişi başı geliri (cari), İstanbul’daki kişi başı gelire böldük. Bu dönemde bölgeler arası enflasyon farklılıkları çok fazla olmadığı için bu karşılaştırmanın bir sakıncası olmadığını düşünüyoruz.
Mesela 2004 yılında İzmir bölgesinde (TR31) cari gelir İstanbul’un %70 seviyesinde başlayıp zaman içinde o seviyede seyretmeye devam etmiştir. Buna karşılık, Aydın bölgesindeki gelir (TR32) 2004’de İstanbul’un %57.2 seviyesinden 2020’de %52 seviyesine düşmüş, Manisa bölgesinde ise %45 ile başlayıp %53.4 seviyesine çıkmıştır.
Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgesinde en hızlı biçimde İstanbul gelir seviyesine yaklaşan bölgelerden birisi Gaziantep bölgesi (TRC1) olurken; Şanlıurfa bölgesinde kişi başı gelir İstanbul’un %27’sinden %24’düne düşüş yaşamıştır.
Karadeniz bölgesinde sadece Zonguldak (TR81) bölgesinde kişi başı gelir İstanbul’un %37.1’inden %44.8’ine ulaşmış, diğer bölgelerde yıllar içindeki dalgalanmalar daha baskın çıkmıştır.
Son grafikte, özet olarak, 2004-2020 arası değişik bölgelerde reel gelir ne kadar artmış olduğunu sergiliyoruz. Bu dönemde Güneydoğu ve Doğu Anadolu’daki birçok bölgede gelir artışının Türkiye ortalamasından çok daha yüksek olduğunu, Şanlıurfa ve Antalya bölgelerinin ise gelir artışında en sonlarda yer aldığını gözlemliyoruz.
Son yıllarda dünyadaki birçok ülkede enflasyon sorunu yeniden gündeme gelmiş durumdadır. Ayrıca, geçmiş yıllardan farklı olarak birçok ülkede TÜFE (tüketici fiyat endeksi) ve ÜFE (üretici fiyat endeksi) arasında ciddi farklılıklar oluşmuştur. Bir araştırma konusu olabilecek bu farklılıkların kaynakları arasında dünya tedarik zincirlerindeki değişiklikler yatıyor olabilir. (Veri)
Türkiye verilerinde de TÜFE ve ÜFE arasında büyük farklılıklar devam etmektedir.
Türkiye’yi dünyadaki birçok ülkeden ayrıştıran en önemli özellik ise enflasyon oranlarının yüksekliğidir.
Ağustos 2022 tarihinde, TÜFE ve ÜFE değerleri Türkiye’de %80 ve %120 civarındayken; grafikteki bütün diğer ülkelerde (Arjantin hariç) TÜFE %20’nin, ÜFE ise %40’ın altında seyretmektedir.
Zaman içinde gelir dağılımındaki değişiklikleri ölçmenin birkaç yolu vardır. Bu ölçülerin başında gelen Gini katsayısı, sıfıra yaklaştıkça gelir dağılımının eşitlik yönünde ilerlediğini; bire yaklaştıkça ise gelir dağılımının bozuluyor olduğunu ifade eder.
Aşağıdaki grafikten Türkiye’de 2005-2013 arasında gelir dağılımında eşitsizliğin azaldığını, 2013 sonrası ise gelir dağılımında bozulma yaşandığını gözleyebiliriz. (VERİ: TÜIK hanehalkı gelirleri, hanehalkı büyüklüğü ve kompozisyonu dikkate alınarak eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert gelirine dönüştürülmüş halidir. Aşağıdaki grafiklerde eşdeğer hanehalkı gelirlerini baz alan veriler kullanılmıştır.)
2013 sonrası dönemi daha iyi anlamak için, aşağıdaki grafikte 3 şehir için Gini katsayılarını görüntülüyoruz. Bu bilgilere göre Ankara ve İzmir’de gelir dağılımı düzelirken İstanbul’da bozulmuştur.
Gelir dağılımdaki değişiklikleri anlamanın başka bir yöntemi de en yüksek ve en düşük gelire sahip kesimlerin toplam gelirden aldıkları payları karşılaştırmaktır. Geliri en yüksek %10’luk dilimde olan hanehalkının toplam gelirden aldığı pay 2013’de %30.3 iken 2020 de %31.5’e çıkmıştır. Geliri en düşük %10’luk dilimde olan hanehalkının toplam gelirden aldığı pay ise 2013’de %2,4’den 2020’de %2,3’e düşmüştür.
Gelir dağılımındaki bozulmanın bir yansıması ev sahipliği oranında gözlenebilir. Geliri medyan gelirin %60 altında olan kesimin ev sahiplik oranı özellikle 2013 sonrası ciddi düşüş kaydetmiştir.
Dünya ülkeleri ile karşılaştıracak olursak, Türkiye’nin gelir eşitsizliğinin en yüksek olduğu ülkeler arasında yer aldığını görebiliriz. Son yıllardaki gelişmeler ise eşitsizliğin azalması yönünde seyretmemektedir.