Dış Ticaret Ne Durumda?

7 Şubat 2022, Ayse Ökten ve Samed Küçükikiz

Türk lirası 2013 yılından beri değer kaybetmektedir. Reel Döviz kuru, yani TL’nin diğer para birimler karşısında tüketici enflasyonundan (TÜFE) arındırılmış değerini gösteren endeks 2013’den beri %53 düşüş göstermiştir. TL’nin reel değeri üretici fiyatları baz alınarak hesaplandığında da kırmızı grafikte görüldüğü üzere TL 2013’den beri değer kaybetmektedir. Üretici fiyat enflasyonunun son yıllarda tüketici fiyatlarına göre yüksek seyretmesi iki grafik arasında farkın açılmasına neden olmuştur.  

Reel kurdaki düşüş Türk mallarının daha ucuz hale geldiğini göstermektedir. Peki bu dönemde ithalat, ihracat ve dış ticaret açığımızda ne tür gelişmeler olmuştur?

İlk olarak dış ticaret dengemizin 2013 yılından beri olan gelişimini aşağıdaki grafikten görebiliriz. 2013’de 10 milyar dolar civarında olan dış ticaret açığı 2016-2017 yıllarında 5 milyar dolar seviyesine düşmüş, 2018-2019 krizinde sıfıra yaklaşmış, ve daha sonra ortalama 4 milyar dolar civarında seyretmeye devam etmiştir.  2022 Ocak ayı için açıklanan verilere göre dış ticaret açığımız son dönemde yaşanan gelişmelerinde etkisiyle 10.4 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir (veri).

İhracat ve ithalata ayrı ayrı bakacak olursak 2019 krizi öncesi ithalatın ihracattan  yüksek olduğunu, 2019 krizinde ithalatta büyük düşüş yaşandığını, COVID-19 sonrasında hem ithalatta hem ihracatta ciddi artışlar yaşandığını kaydedebiliriz. 

Aşağıdaki grafiklerden ithalat ve ihracatımızın en büyük kategorisinin hammadde olduğunu görebiliriz. İthalatın içinde hammaddenin oranı %75-80 bandında hareket etmektedir. İhracatımızın ise yine %50’sini hammadde oluşturmaktadır. Son 9 yılda ana kategorilerin dağılımında ciddi bir değişiklik görülmemektedir. Sadece tüketim kategorisinin ithalattan aldığı payda azalma görülmektedir.  

Sonuç olarak 2013’den beri değer kaybeden Türk lirasının dış ticaret dengesine olan etkisinin zayıflığı bu grafiklerden görülmektedir.

Print Friendly, PDF & Email

Yine Enflasyon

14 Ocak 2022, Ayse Ökten ve Samed Küçükikiz

2003’den  2018 yılına kadar ortalama %8.4 olan yıllık enflasyon 2021’i yıllık %36 seviyesine ulaşarak kapatmış bulunmaktadır.  

Aralık enflasyonundaki yüksek artıştan önce de Kasım ayında Türkiye %21.3 enflasyonla dünyada seçilmiş 38 ülke arasında Arjantin’den sonra en yüksek enflasyonun görüldüğü ülke konumundadır. 

2022’yi daha önceki dönemlerden farklı kılan bir özellik, mevduat faizlerinin enflasyonun çok altında seyretmesi olmuştur. Mesela 2022’nin Aralık ayında enflasyon %36 iken, 1 aylık mevduat faizi %16 seviyesinde kalmıştır. 

Son zamanlarda yaşadığımız enflasyonun başka bir ürkütücü tarafı da 1980-2000 senelerinde yaşadığımız enflasyon oranlarına dönmemiz endişesi olabilir. Aşağıdaki grafikten görülebileceği gibi, 1970’ler sonrası Türkiye’de enflasyon yükseliş trendine girmiş ve 90’lı yıllarda %100 seviyelerine kadar tırmanmıştır. 

Kemal Derviş’in öncülüğünde başlatılan ekonomik plana sadık kalınıp 2002 sonrası enflasyonun düşürülmesi Türkiye için büyük bir dönüm noktası olmuştur. 2002’den 2008’deki küresel krize kadar ekonomi istikrarlı bir dönem yaşayabilmiştir. 

Türkiye’de son zamanlarda yaşanılan enflasyonun başka bir ürkütücü tarafı da artık dünyadaki birçok ülkede bu tür enflasyon oranlarının görülmediği bir döneme denk gelmesidir. Aşağıdaki grafikten de anlaşılabileceği gibi 1980’ler ve 1990’larda birçok ülke enflasyon ile savaşta başarılı değillerdi. Ama zaman içinde enflasyonu düşürmek için ne tür tekniklerin başarılı olduğu anlaşıldı. 2000’den itibaren görülen tablo, Türkiye’deki enflasyonun gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler ortalamasının çok üstünde seyrediyor olduğudur. 

Print Friendly, PDF & Email

2022’ye girerken

19 Aralık 2021, Ayse Ökten ve Samed Küçükikiz

Türkiye 2022’ye girerken enflasyonla mücadelede hiç bilinmeyen bir taktik deneniyor. Enflasyon 2021 Kasım ayında yıllık %21.3 seviyesine ulaşmışken, Merkez Bankası faizleri (TCMB Ağırlıklı Ortalama Fonlama Faizi) Eylül ayından beri hızla düşürmeye devam ediyor.

Bu arada tüketicilerin ekonomiye güveni aşağıdaki grafikten görüleceği üzere 2012’den beri en düşük seviyeye inmiş vaziyette.

Aynı zamanda tüketicilerin maruz kaldığı enflasyonun azalacağına dair işaretler görmek zor. Mesela, 2021 Kasım’da tüketim mallarındaki enflasyon %21.3 olurken; ÜFE, yani üreticilerin fiyat endeksi %54.6 artmıştır. Yani üreticiler 2021’de yaşadıkları girdi fiyatlarındaki artışı satış fiyatlarına tam olarak yansıtamamışlardır. Önümüzdeki dönemde ÜFE’nin etkisinin TÜFE’ye yansıması halinde enflasyonun çok daha yüksek seviyelere çıkması öngörülebilir. 

Bir başka gelişme de Merkez Bankası faizleri düşürdükçe tasarruf hesaplarındaki faizin düşüyor olmasıdır. Bu faiz oranlarının enflasyonun altında seyretmesi TL cinsinden tutulan tasarruf hesaplarındaki paranın erimesine yol açmaktadır. Kasım ayındaki yıllık enflasyon %21.3 iken; 1 aylık TL mevduat faiz %14.7 ve 1 yıllık TL mevduat faizi %15.1 gözükmektedir. Enflasyonun tasarruf hesaplarındaki faizin üstünde seyretmesi, bu yatırımların değer kazanması gerekirken değerini yitirmesine neden olmaktadır.

Aynı zamanda borç almak isteyen üretici ya da tüketicilerin maruz kaldığı birçok faiz oranı Merkez Bankası faiz oranlarıyla ters yönde ilerlemektedir. Mesela MB faiz oranı Ağustos-Aralık arasında %19’dan %14.7’ye düşerken, taşıt kredilerindeki faizler %21.7’den %23.9’ye; ihtiyaç kredileri de ise %23 den %24.9 çıkmıştır. Ticari Kredi faizlerinde aynı dönemde %1.8, konut faizlerinde ise %0.75 düşüş yaşanmıştır.

Bu dönemdeki ekonomik çarpıklıkların en net görüldüğü veri ise Türkiye’de herkesin yakından izlediği döviz kuru olabilir.  Aşağıdaki grafikten de görülebileceği gibi, 2021’de Dolar TL’ye karşı yaklaşık %100 değer kazanmıştır.

Print Friendly, PDF & Email

Son 4 Sene: Enflasyon-Konut-Dolar-Borsa

8 Aralık 2021, Ayse Ökten ve Samed Küçükikiz

Bu blogda son dört senede yaşanan enflasyon, konut fiyatlarındaki artışlar, ve  borsa hareketlerine yakından ve tek tek bakmaya karar verdik. 2021 verileri tam yıl sonunu yansıtmadığı için sayısal karşılaştırmalarda mevcut açıklanan verileri aktarıyor olacağız. Aşağıdaki ilk grafik her senenin Ocak ayındaki TÜFE seviyesini sıfırlayarak yıl içindeki fiyat artışını kaydetmektedir. Bu bilgilere göre 2021 yılında Ocak-Kasım arasında yaşanan enflasyon %17.8 ile 2018 yılındaki (Ocak-Kasım) %19.5’lik artışın altında kalmış gözükmektedir.

Aşağıdaki grafikte ise TÜFE endeksinin alt kategorisi olan Gıda ve İçecek fiyatlarını incelemekteyiz. 2021 yılında Gıda-İçecek fiyatlarında Kasım ayına kadarki fiyat artışı %20.9 olurken, aynı sayı 2018’de %21.7’dir.

Konut piyasasında ise enflasyonun yüksek seyrettiği 2018 yıl boyunca fiyat artışı %6 olurken, 2020 yılında %28 olmuştur. 2021 yılında ise Eylül ayına kadar Konut fiyat endeksindeki artış %31.7 seviyesindedir.

Dolar kurundaki artış 2021 yılı içinde %80’lere ulaşmış, 2018’de ise eylül ayında %68 arttıktan sonra düşüş gösterip yılı %40 artış ile bitirmiştir.  

Borsa hareketlerinde ise BIST 100 2018 yılını %25 civarında düşüş ile kapatırken 2020 ve 2021 yıllarında ise sırasıyla %23.9 ve %30.8  artış göstermiştir. Özellikle BIST sınai endeksinde 2020 ve 2021 yılında sırasıyla %60.9 ve %38.4 artış yaşanmıştır.  

Sonuç olarak 2018 ve 2021 yıllarının enflasyon ve döviz hareketleri açısından birbirine benzemekte olduğunu; konut fiyatları ve borsa hareketleri açısından ise mevcut veride farklı yönelimler gözlendiğini söyleyebiliriz.

Print Friendly, PDF & Email

Büyüme Trendi ve GSYH Bileşenleri

29 Kasım 2021, Ayse Ökten ve Samed Küçükikiz

Türkiye’nin son yıllardaki büyümesini bir “potansiyel” büyüme ile karşılaştırmak istesek bunu nasıl yapabiliriz? Böyle karşılaştırmaları Amerika için yapanlar, Amerika’nın son 60 yılda ortalama %2 civarında büyüdüğünü göz önüne alarak bu ortalama büyüme (trend) ile yakın zamandaki büyümeyi karşılaştırırlar. Türkiye için bu aslında çok da kolay bir egzersiz değil. Türkiye’deki büyüme çok dalgalanmalı olduğu için seçilen başlangıç ve bitiş yılları birbirinden çok farklı ortalama büyüme rakamlarına sebep olabiliyor. Bu yüzden Türkiye için uzun dönemde herhangi bir ortalama ile büyüyordu demek oldukça zor.

Aşağıdaki grafikte bu konuda yaptığımız birkaç adımı özetlemek istiyoruz. Öncelikle Türkiye’de çeyreklik GSYH verilerini mevsimlik değişimlerden arındırılmamış olarak elde ettik. TÜIK tarafından yayımlanan bu verileri aşağıdaki grafikteki mavi çizgilerle görüntülüyoruz. Mevsimlik değişimlerin ne kadar belirleyici olduğunu, mesela her ilk çeyrekte, yani kış mevsiminde GSYH’nın düşük olup, yazın arttığını görebiliyoruz. 

Aynı grafikteki kırmızı çizgi çeyreklik, GSYH verisinin R’da “seasonal” paketi kullanılarak mevsimsellikten arındırılmış halidir. Bütün bu veriler, reel GSYH’yı yansıtmaktadır, yani enflasyonun etkisinden arındırılmıştır. 

Aşağıdaki grafikte mevsimlik etkilerden arındırılmış GSYH’nin zaman içindeki büyümesini daha iyi değerlendirebilmek için bir adım daha ilerliyoruz. Başlarken belirttiğimiz gibi bir “potansiyel” büyüme kavramı ile karşılaştırmak amacı ile şöyle bir analiz öneriyoruz. Türkiye’de 2003-2014 dönemindeki ortalama büyümeyi baz alarak Türkiye bu “trend” ile büyümeye devam etseydi nereye gelirdi sorusunun cevabını hesaplıyoruz. 2003-2014 senesinin mevcut veri setiyle son yıllardaki gelişmeleri inceleyebileceğimiz kapsamlı bir dönem olduğunu düşünmekteyiz. Bu dönemin oldukça kötü bir daralma dönemini de içeriyor olması, Türkiye’nin her dönemde bir ekonomik kriz ile karşılaştığını göz önüne alacak olursak ekonominin genel dinamiğini temsil eden bir dönem olduğunu söyleyebiliriz.

Bu dönemde reel GSYH’daki çeyreklik ortalama büyüme yüzde 1.38, yıllık büyüme ise yüzde 5.6 olmuştur. Aşağıdaki grafikteki siyah çizgi bu ortalama büyüme devam etseydi ne olurdu sorusuna cevap vermektedir. Buradan görülen 2018’den itibaren GSYH’nın trendin altında kalmış olduğudur. 

GSYH’nin bileşenlerine bakacak olursak, özellikle sabit sermaye harcamalarında 2018’den beri büyük düşüş olduğunu gözlüyoruz. Sabit sermaye harcamalarının alt kategorilerine baktığımızda ise bu düşüşün makine-teçhizat, mali olmayan aktifler, ve özellikle inşaat sektöründe ciddi boyutlarda olduğunu gözleyebiliriz.  

Hanehalkının tüketimindeki değişimlere bakacak olursak dayanıklı mallar kategorisinde 2018 sonrası yaşanan düşüşün büyük ölçüde tersine döndüğünü, hizmet sektörünün ise halen 2018 öncesi seviyelerine ulaşamadığını görüyoruz. 

Print Friendly, PDF & Email

Enflasyon

2 Kasım 2021, Ayse Ökten ve Samed Küçükikiz

2021 Eylül ayında Türkiye’deki tüketiciler yine yüksek enflasyona maruz kalmıştır. 2020 Eylül ayına kıyasla gıda ve içecekler %28.7 ile en hızla artış gösteren kategori olmuştur. 

2005 yılından beri yaşanılan toplam fiyat artışlarını daha iyi görebilmek için aşağıdaki grafikte çeşitli tüketim kategorilerinin 2005 yılı fiyatlarını 1 ile sabitleyerek zaman içindeki değişimlerini sergiliyoruz.  Bu zaman diliminde ortalama TÜFE 4.5, gıda ve içeceklerin fiyatları 6.3, konut fiyatları ise 5.3 kat artmıştır. 

Fiyatlardaki artışı gelirlerdeki artış ile karşılaştırmak için aşağıdaki grafikte  nominal ücretleri tüketici fiyat endeksine oranladık ve 2005 yılını 1 değerine sabitledik.  Burada gelir verisi için TÜİK’in açıklamakta  olduğu gelir dağılımı ve yaşam koşulları istatistiklerini kullanmaktayız. Bu grafiğe göre, reel gelirde 2009 yılından 2016’ya sürekli bir artış gözlenirken 2016-2019 arasında çok az bir gelişme olduğunu söyleyebiliriz.

Belki de enflasyonun yarattığı etkiyi en iyi anlatan veri reel asgari ücret verisi olabilir çünkü nominal asgari ücret artışları zaman zaman hükûmet tarafından belirlenen artışlardır. Reel asgari ücrette bu dönemler dışında gözlenen değişiklikler sadece enflasyonu yansıtır. Aşağıdaki grafik 2005-2020 döneminde Türkiye’deki fiyat artışlarından arındırılmış reel asgari ücreti görüntülemektedir. 2016 yılındaki artış bu grafikte açıkça gözlenebilir. Aynı şekilde asgari ücrette, özellikle 2018 yılından beri yaşanan reel durgunlaşma da bu grafikte açıkça gözükmektedir. Hatta reel asgari ücretin 2020’deki seviyesinin 2015 yılı ile hemen hemen aynı olduğunu söyleyebiliriz. Bu asgari ücret kazananlarının refah seviyesinde 2015 yılından beri bir ilerleme olmadığını yansıtmaktadır. 

Ayrıca 2005-2020 dönemi arasındaki reel asgari ücret değişiminin ülkeler arası karşılaştırmasını yaptığımızda, Türkiye’nin 26 ülke arasındaki konumunun oldukça düşük olduğunu aşağıdaki grafikten görebiliriz. (Veri)

Print Friendly, PDF & Email

2021 İkinci Çeyrek Ekonomi

7 Ekim 2021, Ayse Ökten ve Samed Küçükikiz

Son bilgiler ile güncelleştirdiğimiz ekonomik verilere göre 2021’nin ikinci çeyreğinde Türkiye’de yıllık GSYH %21.7 büyüme göstermiştir.

2020’nin ikinci çeyreğinde yaşanan negatif şoku düşündüğümüzde bu %21.7’lik büyüme oranının yanıltıcı olduğunu söyleyebiliriz.  Bu yüzden 2018’in birinci çeyreğin baz alarak GSYH’daki değişimi incelemek daha aydınlatıcı olacaktır. Aşağıdaki grafikte hem GSYH’yi hem de 4 ana sektörün üretimlerini 2018 yılında sıfıra eşitleyerek, zaman içindeki büyümelerini görüntülüyoruz. Bu grafiğe göre 2021 ikinci çeyrekte GSYH 2018 seviyesinden %10 daha yüksektir. Sektörler arasında Sanayi %14.3 , Tarım %11.7 büyüme gösterirken, inşaat sektöründeki üretim 2018 seviyesinin %12.3 altında kalmıştır.  

Emek piyasasında istihdam ve iş gücüne katılım oranları pandemi öncesi seviyelerine yaklaşmakla birlikte halen 2018 seviyelerinin altında seyretmektedirler. 

Konut satışlarına baktığımızda ise pandemi öncesi ortalama satış adedine yaklaştığını, buna rağmen konut fiyatlarınını geçen yıla göre %31  oranında arttığını söyleyebiliriz. 

Tüketici ve Ticari kredilerde de pandemi sürecinde yaşanan genişleme sona ermiş, geçen yıla kıyasla ciddi azalmalar gözlenmiştir.

Enflasyonda yükseliş devam etmektedir.  Ağustos ayında %19.25 olan yıllık enflasyon, Eylül atında %19.58’e yükselmiştir. 

Yurt içinde yaşayanların döviz mevduatlarında herhangi bir azalma eğilimi görünmemiş ve mevduatların büyüklüğü Eylül ayında 235 milyar dolara ulaşmıştır.

 

Reel efektif döviz kurunda da dalgalanmalar devam etmekle birlikte tarihi düşük seviyesini korumaktadır.

  

Print Friendly, PDF & Email

Mali Sürdürülebilirlik

24 Eylül 2021, Ayse Ökten ve Samed Küçükikiz

Ülkelerin bütçelerinin sağlıklı bir şekilde gelişmesi için ne tür konulara dikkat edilmesi gerektiğine bakacak olursak karşımıza oldukça karmaşık bir tablo çıkmaktadır. Klasik ölçümlerden başlayacak olursak ilk olarak kamu borç stoku ve faiz dışı bütçe açığı verilerini inceleyebiliriz. Bu iki kategoride de Türkiye’nin birçok ülkeden çok daha iyi bir konumda olduğunu görebiliriz. Mesela 2020 yılında GSYH’ya oranla Genel Yönetim Borç Stoku Türkiye’de %36.7 iken Hindistan’da %89, Brezilya da %98.9 ve İtalya’da %155.5 olmuştur. COVID-19 pandemi sürecinde bazı ülkelerde faiz dışı bütçe açıklarında ciddi bir artış gözlenirken, Türkiye 2020’yi %3.5 açık ile kapatmıştır. Büyük bir ihtimal ile Türkiye’nin diğer ülkelere kıyasla daha az kamu yardımı yapmış olması ve 2020’de GSYH’da büyüme görülmesi bütçeyi pozitif etkilemiştir.

Kamu bütçesinin mali sürdürülebilirliğini tehlikeye atacak koşullar arasında kamu borçlarının ne kadarının döviz cinsinden olduğu da  önemli bir yer almaktadır. Aşağıdaki grafikten görülebileceği gibi Türkiye’de Kamu borcunun kompozisyonunda ciddi bozulmalar yaşanmış ve döviz cinsinden borç stoku toplam borç stokunun %56.7’sine ulaşmıştır. 

Mali sürdürülebilirlik açısından başka bir tehlike özel sektörün ne kadar borçlu olduğu ile ilgili olabilir. Devletin bir kriz karşısında özel sektörü desteklemeye çalışması olasılığı olduğu için özellikle dış borç oranlarını incelemek önemli olabilir. Aşağıda seçilmiş ülkeler için özel sektörün dış borç stokunu gösteriyoruz. Türkiye’nin özel sektör borcunda Hindistan, Güney Afrika ve Brezilyanın önünde olduğunu ve 2013’de %16 olan borç stokunun 2018’de %26.5 olduğunu söyleyebiliriz.

Piyasaların Türkiye ekonomisine nasıl baktığını anlamak açısından iki grafik sunuyoruz. Birinci grafik kredi risk primini, ikinci grafik ise üç büyük kredi derecelendirme kuruluşunun kredi notlarından oluşan bir endeksi göstermektedir. Bu endekste 1 en kötü durumu 21 en iyi durumu göstermektedir. Türkiye 2015’de 11.66 değerine sahipken,  2020’de 8.2 değeri ile seçilmiş ülkeler arasında en düşük kredi notunu almıştır.

Piyasaların bu değerlendirmelerinin arkasında belki de kamu borcunun sürdürülebilirliğindeki eksiklikler (primary balance sustainability gap) kavramı yatmaktadır. Bu ölçek kamunun faiz dışı bütçe açığının borç stokunu arttırmaması için gereken faiz ve büyüme oranının hesaplanması olarak düşünülebilir. Ya da büyüme ve faizler için yapılan makul birtakım varsayımlar altında, kamu açıklarının teorik açıklardan (daha büyük borç stoklarına sebep olmayacak bütçe dengesi) ne kadar farklı olduğunun ölçümü olarak ifade edilebilir. Bu farkın negatif olması mevcut şartlarda kamu borcunun sürdürülemez olduğu anlamına gelmektedir.   

Bu veriler birkaç değişik varsayım altında hesaplanabilmektedir. Biz cari yılda gerçekleşen mevduat faizi, GSYH büyümesi, genel yönetim borç stoku ve faiz dışı bütçe dengesi üzerinden bu hesabı yapmaktayız. GSYH’nin büyümesi iki ayrı varsayım ile hesaplanmıştır. İlk grafikte TL cinsi GSYH büyümesi esas alınmıştır. İkinci grafikte ise büyüme oranı olarak dolar cinsi GSYH büyümesi ve TL cinsi GSYH büyümesinin ortalaması kullanılmıştır. Kamu borç stokunun yarıdan fazlasının döviz cinsi olduğu düşünülürse, ikinci varsayımın Türkiye için makul olduğu söylenebilir. Bu varsayım altında, 2017’deki faiz dışı bütçe oranın mali sürdürülebilirliği sağlayacak seviyeden %2.5 daha yüksek olduğunu görmekteyiz (veri ve metotlar).

Bu ölçeğin zaman içindeki değişimine bakacak olursak GSYH’nin büyüme oranı için yapılan her iki varsayım altında 2017-2019 döneminde net bir bozulma olduğunu gözleyebiliriz. 2020’de Türkiye’nin nadir büyüyen ülkelerden birisi olması bu denge açığında azalmalara sebep olmuştur.

Print Friendly, PDF & Email

2021 Enflasyon

COVID-19 sonrası, dünyanın birçok ülkesinde enflasyonda artış görülmeye başlamıştır. Mesela Amerika’da 2019-2020 döneminde %2-%2.5 civarında seyreden enflasyon, Temmuz 2021’de %5’in üstüne çıkmıştır. İngiltere’de ise pandeminin ilk aylarında düşüş gösterip, 2021 Temmuz ayında pandemi öncesi seviyesine ulaşmıştır.

Diğer ülkelerdeki bu gelişmelerle karşılaştıracak olursak, Türkiye’deki enflasyon oranının dünyadaki birçok ülkeye göre çok yüksek seviyede olduğunu gözleyebiliriz.

Faizler ile enflasyon arasındaki farka bakacak olursak, ex post reel faiz oranının (kabaca “’Merkez Bankası politika faiz oranı – enflasyon oranı’ kullandık bu tanım icin) ne kadar oynak bir yapıya sahip olduğunu aşağıdaki grafikten gözleyebiliriz. En son Ağustos ayında açıklanan enflasyon oranı MB faiz oranın üstünde olup bu farkın negatif olmasına sebep olmuştur. (BIS veri setinde ülke sayısının fazla olduğu dönemler tercih edilmiştir.)

Dünyadaki birçok ülke ile karşılaştırdığımızda Türkiye’de  meydana gelen ex post reel faizin Haziran 2020’de birçok ülke arasında en düşük seviyede, 2021 Haziran  ayında ise yüksek seviyede olduğunu görebiliriz.  

Faiz ve enflasyon oranlarındaki bu dalgalanmalar, büyük ihtimal ile enflasyon beklentilerini ve döviz  kurlarını da etkilemeye devam edecektir. Buna ek olaraktan beklentilerin de enflasyon dalgalanmalarına neden olduğunu söyleyebiliriz.  

Aşağıdaki grafikten de görülebileceği gibi Türk lirasında 2020’den beri devam eden değer kaybı ve oynaklık birçok gelişmekte olan ülkede gözlenmemektedir. (Gelişmekte olan ülkeler: Brezilya, Şili, Macaristan, Endonezya, Hindistan, Polonya, Romanya, Rusya, Tayland, Güney Afrika)

Print Friendly, PDF & Email

İşgücü Piyasalarındaki Bölgesel Farklılıklar

16 Ağustos 2021, Ayse Ökten ve Samed Küçükikiz

Türkiye’nin değişik bölgeleri arasında işgücüne katılım, işsizlik ve istihdam oranlarında ciddi farklılıklar mevcuttur. Aşağıdaki grafiklerde kadın ve erkeklerin işgücüne katılım oranları  Türkiye’nin 7 bölgesinde 2014-2020 yılları için sergilenmiştir. 2020’de erkeklerde işgücüne katılımın en düşük olduğu 3 bölge; Güneydoğu Anadolu, Karadeniz, ve Doğu Anadolu. Kadınlarda ise Güneydoğu Anadolu, Doğu Anadolu, ve İç Anadolu  bölgesi işgücüne katılımın görece düşük olduğu bölgelerdir. Ayrıca zaman içinde bazı değişiklikler olmasına rağmen bölgeler arası farklılıklarda fazla bir değişiklik gözlenmemektedir. 

İşgücüne katılımda kadın erkek farklılıklarını daha iyi anlamak açısından 2019 ve 2020 yılları için detaylı grafikleri aşağıda sunuyoruz. Her iki yılda da Karadeniz cinsiyetler arası farklıkların en düşük olduğu, Güneydoğu Anadolu ise en fazla olduğu bölgeler olarak gözüküyorlar. Mesela 2019’da Karadeniz’de erkeklerin işgücüne katılımı kadınlardan %29 daha yüksek iken Güneydoğu Anadolu’da %46 daha yüksektir. 

İşsizlik oranlarına baktığımız zaman Güneydoğu Anadolu’nun hem kadınlar hem erkekler için en yüksek, Karadeniz’in ise en düşük işsizlik oranlarının görüldüğü bölgeler olduğunu; Doğu Anadolu’da 2015’den beri işsizlik oranında ciddi artışlar olduğunu gözlemliyoruz. 

Print Friendly, PDF & Email